3 Haziran 2011 Cuma

Ümit Meriç


Ümit Meriç'le tesadüfen Tanıştım,İnternette Aşağıdaki Röportajını okuduğumda,Hayran kaldım O'na.Daha sonra,röportajlarından derlenen Kitabı 'içimdeki cennete Yolculuk'u okudum.yetmedi Tekrar okudum.Ve daha bir hayran oldum kendisine.Takip ettiğim bir Forumun bir üyesi Ümit Meriç için şunu sölemişti ve bu benim çok hoşuma gitmişti'' Entellektüel Müslüman kadın aranıyorsa bu Ümit Meriç olmalıdır ve genç Müslüman kızlar yırtık eldivenleri, Cohen-Rahman Sûresi birlikteliğini değil Meriç gibi kadınları örnek almalıdır...'' Gerçekten de Prof.Dr.Ümit Meriç'in Allah sevgisi,Kul olma bilinci,istanbul sevgisi...vs bunların hepsine bir de bilgi birikimleri eklenince,ağzından çıkan her kelime bal gibi tatlı geliyor insana.Beni Prof.Dr.Ümit Meriç'le tanıştıran bu röportajı burada paylaşmak istedim.

Bu arada Ümit Meriç'in bir program videosu da var.Bunu da izlemenizi tavsiye ederim.http://youtu.be/JQXh20OuhIc

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü başkanıyken aldığı karar medyada merak uyandırdı. Bir süre inzivaya çekildi, fotoğraf bile çektirmedi. Prof. Ümit Meriç 17 Ağustos Depremi ertesinde başlayan "teslim olma" sürecini Yeni Aktüel'e anlattı: "Başımı örtme kararını ölüm korkusuyla değil Beyazıt Meydanı'nda çırılçıplak kalmış gibi müthiş bir utanç sonrası aldım."

Şebnem İyinam: Modern değil de İslam'a sıkı sıkıya bağlı bir kadın olarak yetişseydiniz bu kadar ilim irfan sahibi olabilir miydiniz?

Ümit Meriç: Tüm insanlardan beklenen bütün icapları yerine getirmektir. Okumak, iki gününü aynı tutmamak, bir harf öğretenin kölesi olmak ve varoluşunu ilme ve irfana bağlayarak yaşamak... Modernizmi böyle bir şerefle eşdeğer tutmamak lâzım. Bu özelliklere sahip, modernizm dediğimiz şaibeli dönemden önce yaşayan pek çok insan var.

Şİ: 10 yaşında örtünmüş olsaydınız bunları konuşabilecek miydik?

ÜM: Tabii! Namaz kılmadan ya da oruç tutmadan ve başımı örtmeden önceki 'ben'le sonraki arasında hiç fark yok. Marx üzerine ders verirken de oruç tutuyordum. Oruçlu ağzımla Marx'ı anlatıyordum. Müslüman olmam Marx'ı anlatmama ve anlamak istememe mani değildi. İslami kimliğim örtünmemle görünür oldu. Doktorayı verdikten iki yıl sonra namaza ve oruca başladım. Bu ilmi kimliğimi hiç zedelemedi.

Şİ: Teslimiyet mecazi anlamda çırılçıplak olmak demek! Bir yandan
teslim olurken bir yandan giyinme mecburiyeti çelişkili değil mi?

ÜM: İslam kelimesi teslimiyetten geliyor. Benim İslamiyetim dışarıdan öğrenilmiş değil. Bizzat tarafımdan keşfedilmiştir. İslamiyetimi bir Japon'un Müslümanlığından çok farklı görmüyorum. Üsküdar'da doğup Mihrimah Sultan'ın minarelerini görmüş bir çocukluk yaşadım. Fakat İslami bir muhite sahip değildim. İtiraf etmeliyim ki o zamanın İstanbul'u şimdiki kadar Müslüman değildi. İstanbul tarihinin en müslüman dönemini yaşıyor. Kendim teslim oldum İslamiyet'e. Bu çok önemli bir fark. 10 yaşında başımı örtseydim fark olur muydu; olmazdı ama 30 yaşının idrakiyle İslamiyet'e kendimi teslim ettim. Bir anlamda ölmek üzere olan bir insanın bir sal bulması gibi ve sal beni çok muhteşem bir cennet adasına çıkardı. Bireysel olarak başlayan İslamiyetim giderek sosyal bir boyut da kazandı. Ama her müslüman için İslamiyet önce tekil bir şeydir.

Şİ: Nasıl?

ÜM: Önce sizsiniz, teneşirdeki siz... Öldünüz, üzerinizden bütün esvaplarınızla beraber bütün toplumsal vasıflarınız alındı! Yani ne profesör, ne doktor ne de Cemil Meriç'in kızısınız. Dolayısıyla 'teneşirdeki ben'le daha yaşarken tanışıyor, hatta çok aşıp cennete girmek imkânını buluyorsunuz İslamiyet'in farzlarının yerine getirilmesi halinde... Tekrar çamur olacak bedenimizle cenabı hakkın huzuruna varacak olan nurumuz yani ruhumuzun birbirinden kesinlikle ayrılabileceği kanaatindeyim. Çünkü kendim ayırdım bu ikisini. Ölümle ilgili en ufak bir korkum yok.

Kıyamet Rivayetleri Vardı

Şİ: Nurumuzun ya da ruhumuzun örtünmeye neden ihtiyacı var?

ÜM: Desmond Morris'in kitabı var biliyorsunuz "çıplak maymun" diye. İnsan bütün hayvanlar arasında tek giyinendir. Bunun İslamiyet'le ilgisi yok. Giyimin bir sosyal boyutu var muhakkak! Fakat bir de dini boyutu var, sosyali aşan bir mana boyutu. Eskiden, Cahiliye döneminde Kâbe'yi çıplak olarak da tavaf ederlermiş biliyor musunuz; çırılçıplak. Evet, çıplak geldik ve çıplak gideceğiz. Fakat başımı örttükten, Allah'ın bana anlamını bilmesem de vermiş olduğu emri yerine getirdikten sonra psikolojik manada çok daha derinleştim. Teslimiyet çok sevdiğim bir cümledir. Anlamak için önce teslim olmak lâzım. 30 yaşında namaza başladım, başımı örttüğümde yaşım 50'yi geçmişti ve başımı örteceğimi asla düşünmüyordum.

Şİ: Ne olmuştu?

ÜM: Son kararı almaya iten neden depremdir. Deprem karşısında beşer olarak aczimi hissettim. Bir kere ölebilirdim ölmedim. Fakat ölümden korkmadım. Yani depremde başımı örtmemin korkuyla hiç alâkası yok. Depremi Armutlu'da yaşadım, yani merkez üssüne çok yakın bir yerdi ve bütün duvarların açılarının kâh daraldığını, kâh genişlediğini gördüm. Üzerimdeki çatının yıkılayım mı, yıkılmayayım mı tereddütünü çok derin yaşadığını ve dipten bütün o gürültülerin geldiğini hissettim; yerimden kıpırdamadım. Sadece Allahüekber, diye önce alçak sesle, sonra giderek yükselen bir sesle bağırdım. Kızım yanımda yatıyordu, kaçmayı düşünmedim. Hazreti Ömer'in dediği gibi, kaderimden kaderime kaçıyorum, demedim. Kaderime sığındım sadece ve deprem bittikten sonra dışarı çıktık. Adeta teslimiyetime aykırı buldum kaçmayı. Yani Müslüman kimliğime aykırı buldum. Hayvan olan ben korkmuş olabilir ama insan olan ben korkmadı. Çünkü gerçekten cenabı hakka karşı beni dünyaya getirdiği, bunca senedir bu kadar muhteşem bir kainatın, üstelik bu kadar muhteşem bir gezegenin üstünde yaşattığı için çok fazla minnettarım. Alıp verdiğim her nefes zaten şükür vesilesidir ve ne kadar vermişle o kadardır. Bunu hak etmek için özel bir marifetim olmadı. Bu öldükten sonra da devam edecek bir lütuftur. Dolayısıyla kaçmayı terbiyesiz buldum. Başımı örtmek gibi bir karar alacağımı da zannetmiyordum.

Şİ: Sonra ne oldu?

ÜM: Ölen insanların haberleri geldikçe üzüldüm. Dehşet tabloları yaşandı ve 19 Ağustos gecesi bir deprem fırtınası beklendiği söylendi. Bütün İstanbul, Bursa sokakta yatmaya davet edildi hatırlarsanız. O günün bütün tecrübelerini yaşadık. Topraktan yılanlar çıkıyor, deprem dalgaları vuruyor... Hakikaten cehennemvari bir dekor içinde yaşadık. Depremin üçüncü gecesi bir namaz kılıp yalvarmayı düşündüm. Çünkü kıyametin kopacağı yolunda bir vehme kapıldım. Cuma günü kopacağı yolunda da rivayetler var kıyametin. Perşembeyi Cumaya bağlayan geceydi. Bahçede yatıyorduk. Arkadaşın bahçesiydi, çocuklar yattılar. İki rekat namaz kıldıktan sonra ellerimi semavata açarak gökyüzüne baktım. Ve dedim ki: Yarabbim çok büyük bir mahcubiyet duydum!

Şİ: Bunu söylemenizin sebebi neydi?

ÜM: Yarabbim sana layık kullar olamadık, dedim. İstesen şu dünyayı, şu yıldızları yok edip henüz yaratmamış olduğun mekânlarda sana çok daha layık kullar yaratabilirdin, dedim. Ama madem ki bizleri yarattın, içinde muhakkak sevdiklerin de var. Onların yüzü suyu hürmetine sen bu dünyayı, galaksimizi, kainatı bize bıraksan, burada çocuklarımız yaşasa, torunlarımız yaşasa, daha bu güzellik uzun bir zaman devam etse, dedim. Siz nasıl anlıyorsanız bir kul olarak, Allah'ın bütün bu söylediklerimi kayda geçtiğini hissettim. O zaman çok büyük bir utanç duydum içimde. Dedim, benim kul olarak duamı kabul ediyorsun. Ben kulum ama senin emrini yerine getirmiyorum. Başım açık. Kabe'yi çıplak tavaf eden insanlar utanç duymuyordu, ama Beyazıt Meydanı'nda çırılçıplak kalmış gibi müthiş bir haya duydum. Yalnız yüzüm değil, belki bütün vücudum kızardı. O kadar utandım ve bu geceden itibaren başımı örtmeye karar veriyorum, beni bana mahcup etme, dedim.

Şİ: Beni bana mahcup etme, derken kaygınız neydi?

ÜM: Allah'a söz vermiştim, bu sözden dönmekten Allah beni korusun. Bu sözü tutup tutmayacağımı bilmeden yattım ve ertesi günden itibaren bir daha hiç kimse, yani caiz olan erkeklerin dışında kimse başımı açık görmedi. Bu, Allah'a vermiş olduğum söz meselesidir, namus meselesidir. İdam edileceğimi bilsem başörtümle idam edilmek isterim. Benim için bu kadar önemli. Noktası konmuş, mürekkebi kurumuş ve bitmiştir. Bu toplumsal boyutu olmayan bir karardır. Bir kul olarak Allah'ın huzurunda Allah'a imzaladığım bir akittir. Allah'ın emirleri tartışılmaz, uygularsınız ya da uygulamazsınız. İslam'ın farzlarını uygulayanların bu farzları yerine getirdikleri ölçüde Cenab-ı Hak'la arasındaki perdeler kalkar. İbadet tabii çok önemli, ama bu önemini bilerek yapmak lâzım. Mesela secdeyi çok seven bir insanım. Fakat bu Amerika seyahatinde Hoca efendi'yi ziyaret ettik.

Şİ: Fethullah Gülen’i mi?

ÜM: Evet. Bir sabah namazını onun arkasında kılmak şerefine Allah tarafından eriştirildim. Hoca efendi bir kere kıraati çok uzun, rükuu çok uzun, yani ellerini tutarak eğilme hareketini uzun yapıyor. Ben onu çok çabuk geçerdim ve hemen secdeye giderdim. Yani böyle sevgilisini çok özlemiş bir Leyla gibi, hemen Cenab-ı Hakk'ın boynuna atlamak isterdim. Çünkü benim için secde hayatımın zirvesidir. Yani 24 saat yaşıyorum ama en güzel anlarım secdedeki dakikalarım. Namaz kılıyoruz ama acaba sahiden mi namaz kılıyoruz? Kıldığımız namaz ne kadar namaz? Namaz, Allah'a gitmek niyeti. Yani Cenab-ı Hak'la karşı karşıya olmak demek. Bu hem çok büyük bir iddia, hem çok büyük bir şeref hem de çok yüksek bir idrak.

Şİ: Örtündükten sonra neden uzun süre hiç fotoğrafınız yayınlanmadı?

ÜM: Tabii ki bunun anlaşılmamasından korktum, ama normal hayatımı yaşadım. Emekliliğimi istedim başörtüsüyle hocalığa devam edemeyeceğim için.

Şİ: Emekli olma hakkına sahip olmasaydınız, kariyerinizi bitirmeden bu kararı verebilecek miydiniz?

ÜM: Bilemiyorum. Fazla değişeceğini zannetmiyorum. Allah oradan rızkımı kapatır, buradan açardı.

Şİ: Görkemli kelimeler seçiyorsunuz. Mucize beklentiniz var mı?

ÜM: Gerçekleşmeyen mucizelerin küskünlüğüyle mutsuz olurum sık sık. Bu yüzdendir. Bununla o görkemi arar, özler ve beklerim. Allah'ın emirlerinin hepsini yerine getiremiyorum. Mesela zekât konusunda kendimi beğenmiyorum, biraz cimri buluyorum. Biraz gelecek endişesi taşıyorum. Daha mı çok vermem lâzım, diye tereddüt yaşıyorum.

ÜM: Ama namaz ve oruç konusunda biraz daha cesurum kendimi değerlendirmekte. Oruç borcum olmadığını zannediyorum. Mucizelerle ilişkiye geleceğim buradan. Duaların kabul edildiğini görüyorum. Uçakta titreme olduğu vakit "Yarabbim sallama, korkuyorum" diyorum ve duruyor. Allah'ın emirlerini ne kadar yerine getirirseniz Allah da dualarınızı o kadar kabul ediyor. Bire bir ilişki var Allah'la kul arasında.

Ümit Meriç Yazar (Cemil Meriç’in Kızı)

Yazar ve düşünür Cemil Meriç’le tarih-coğrafya öğretmeni Fevziye Menteşoğlu Meriç’in tek kızı olan Ümit Meriç 16 Aralık 1946’da İstanbul’da doğdu. 1975’te Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Görüşü adlı teziyle doktor unvanını kazındı. Aynı bölümde başkanlık yapan Prof. Dr. Ümit Meriç’in sosyoloji tarihi, kurumlar ve aile sosyolojisi dallarında tercüme ve telif birçok çalışması bulunuyor.

Kaynak: Aktüel, 29.11.2005

İsminin başına 'canım' sıfatını eklemek geliyor içimden: Canım Ümit Meriç!

Cemil Meriç'in gözlerinin kör olduğu dönemde geceleri kalkıp kitaplarına sarılarak ağlayıp bir kağıda üst üste yazdığı üç satırı kızına okutmak isteyişiyle bu aşka verdiği değer hiçbirşeyle ölçülemez. Böylesi fedakar bir babanın "verdiğimiz kadar" aldığımız insani değerlerin en güzel örneklerin biri olan sevgili Ümit Meriç verdiği bu mücadelesinde birçok insana çok "örnek" bir hanımefendi.. Kendisine burdan sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.İİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder